11 Şubat 2013 Pazartesi

KARAMÜRSEL SEPETİ


İşte, akşam olmuştu. Ömrüne bir paydos daha eklenmişti. Yorgunluğu bu gün ilk defa aklına gelmiyordu. Başka bir şeyi düşünüyor, düşünüyordu. Hızlı adımlarla fabrikanın bahçe kapısından çıktı. Yılardır gurbette var olmak, bir hayat kurmak, kenara bir şeyler koyup memlekete yorgun, erken yaşlanmış ama evi, arabası ve hatta yazlığı almış olarak dönmek için çabalıyorlardı. Evet, çok çalışıyorlardı; o ve Kemal'i, kara yağız, delikanlı Kemal'i ondan önce gelmişti. "Gurbet ele gidince kendime iş bulur bulmaz, seni yanıma alacağım, sevdiceğim" demişti. Ayağı kaydı, sendeledi. Yağmur yağıyordu. Yüzüne düşen damlalar gözyaşlarıyla beraber akıyordu. Elinde şemsiyesi olduğu halde açmamış, yağmurdan sırılsıklam olmuştu. Saçlarından sular, gözlerinden yaşlar süzülürken apartmandan içeri girdi. Ayakkabılarına sular dolmuş, sırılsıklam olmuştu. Perişan haldeydi. Ya kalbinin perişanlığı?

Kulaklarında davullar çalıyor, gözlerine karanlık çöküyordu. Son bir hamle ile rutubet kokan bu eski apartmanın asansörünün kapısını açıp, kendini içine atarak titreyen parmaklarla 4'e bastı. Asansör hareket edince sanki yüreği de ayaklandı. Bir an nefessiz kaldı, zincirlerin sesini duydu; sanki onlar da ağlıyordu. Tak diye bir ses duydu, kapıyı açacak dermanı kalmamıştı. Geri dönmeliydi; yalandı, belki çekemeyenlerin uydurmasıydı. Ne zaman içine bir kurt düşse böyle demez miydi sevdiği, o da biliyordu. Kemal'i, kara gözlü, yakışıklı bir kara yağız adamdı. Seveni olduğu kadar çekemeyeni de vardı. Tanıdığı hatta birlikte çalıştığı birçok kadın iç geçiriyordu onu görünce ama kocası harama bakmazdı, seviyordu karısını, "Karamürsel sepetim senden başkasına bakar mıyım?" demez miydi? Birazdan bütün herkese bunu kanıtlayacaktı. Bıkmıştı artık kocasının onu aldattığını yazan notlardan, imalardan.

Bu öğleden sonra, iş önlüğünün cebinden çıkmıştı kargacık burgacık yazılmış adres ve artık buna bir son verecekti. Birden içi rahatladı. Asansörden çıktı, omuzlarını dikleştirdi, gülümsedi ve meydan okuyan bir tavırla zile bastı. Açılmayınca bir daha bastı. Artık emindi, burada kimse yoktu; ne sevdiği kocası ne de...

Birden kapıda bir kadın belirdi. Tam kadına Kemal'ini soracakken arkada bir gölge belirdi. Biraz daha yakına gelince meraklı gözleri şokla irileşti. Sadece "Kemal'im, sen..." diyebildi.

***

Elena'na eski daktilosundan kafasını kaldırdı ve yorulan ellerini ovaladı. Hala eski bir daktilo ile yazıyordu. Annesinden duyduğu hikayeyi yazmaya karar verdiğinden beri durup dinlenmeden daktilosunun eski tuşlarını tıkırdatıyor, sürekli yazıyordu. Bir an düşündü; Kemal'i, karısını... O ufak tefek, karamürsel sepeti gibi kadını. Aniden daktilosunun yanına yığılmış kağıtları karıştırarak romanının ilk sayfasını buldu. Sayfanın başına büyük harflerle "KARAMÜRSEL SEPETİ" yazdı.

2 yorum:

angelo dedi ki...

Yazdıkların aklıma ne getirdi biliyor musun?

Biz ünlü ressamların tablolarını görüyoruz. Bir bütün olarak ve bitmiş halini. Çerçevelenmiş ve sergilenen halini görüyoruz. Ama bazı ressamların atölyelerini veya müzelerini gezme şansım oldu. Buralarda bir sürü ezkiz, bir sürü yarım bırakılmış çalışma var. Bu ezkizler sayesinde tecrübe kazanıp eserlerini yaratıyorlar. Senin bu yazdıklarından da aklıma bu süreçler geldi. Sanki gelecekte oluşacak komple bir yapıtın ön çalışmaları, ezkizleri gibi geliyor bana.

Bunların dışında; hiç bir imla hatası görmedim (bir adet tapaj hatası var). Hayrola? Başka bir editör mü buldun kendine?

sahikaguven dedi ki...

Hocam seni şu aralar böyle şeylerle yormak istemem yorumların yeter.Işık düzeltti ancak gitgide dahaaz hata yapıyorum:))))