26 Mart 2013 Salı

ATOM KARINCAM,YUMOŞUM




Çok oldu bu yazıyı yazalı,televizyonda Dr Kemal Sayar sevdiklerinize mektup yazın,onlara yüz yüzeyken söyleyemediklerinizi yazın, onlarda size ait bir şey bırakın dediğinde aklıma ilk kızıma bir şeyler yazmak geldi.Ona bir mektup yetmezdi,bende ona hayatımın romanını yazıyorum.Benden ona kalacak yegane yazılı metin,biliyorum ki çok kıymet verecek çünkü o tam bir kitap kurdu.Önce Kuzgun'uma yazdım sonrada babama ,notları kitap içlerinde gezdirdiğim den önce arkadaşımda unuttum,sonra kitabım geldi başka bir kitap okumaya dalmıştım mektupları unuttum.Her şeyin sırayla olduklarına inanırım ben ve notlarımı yani mektupları buldum.


Babama,


Sana şimdiye kadar hiç yazmadığım için bana kızmazsın biliyorum,takmazsın böyle şeyleri yumoşum.Hani yumoş reklamlarında oynayan sevimli ayının başlığından takıyordun ya bir zamanlar başım üşüyor diye ,işte o zaman yumoşumuz olmuştun. Çocukluğum , soğuk pazar günleri tabi evdeysen bizi yatağa çağırıp ayaklarımızı bacaklarının arasında ısıtmanla başlamış sanki , seni düşününce ilk aklıma gelen bu oldu.Bazen gece geç vakit yoldan geldiğinde bizi uyandırıp getirdiğin her neyse,zaten hiç boş gelmezdin ve bize yedirmeye çalışırdın.Uykulu olduğumuzdan ,çocuk kafamızla ne kıymetli anlar olduğunu anlayamadık.Bir de kulağımıza, sizin için çalışıyorum deyişin ,olmadığın zamanların telafisiymiş anladık. Hiçbir okul toplantısına, mezuniyet'e , ameliyat'a geldiğin olmadı. Bademcik'lerimi aldırdığımız gün doktor baban nerede demişti.Bende ona; doktordan korkuyor , aşağıda bekliyor demiştim.Evet gerçekten de doktordan korkardın sen bu seneye kadar.Bir keresinde de kör oluyordum ve sen doktorda yine yanımızda değildin,dönüşte yol boyu sana nerede yemek yedireyim diyerek üzüntünün üzerini kendince örtmüştün. Seninle baba-kız olarak o kadar çok anımız var ki hangisini anlatayım.En çok uzun yollara gidişimizi , kendimi muavin sandığım zamanları,beş dakika da yaptırırız dediğin arabayı ,saatlerce tamircide beklemeyi hatırlıyorum. Ondan seviyorum belki erkek muhabbetini,kahveleri,meyhaneleri,arastaları.Düşünüyorum başka hangi baba kızını yarı belinden kamyondan sarkıtıp soğukta çalışmayan kamyona eter sıktırırdı. Hiç sıkıcı baba olmadın. Seninle hep gülünecek bir şeyler vardı.Anneme bakarsan okuyacak kadar akıllıydık biz ama bizi yanında çanta gibi her yere taşıdığın için okumadık. Aklımızın bir köşesinde hep ticaret takılı kaldı. Sayende hep ürün ve fiyat takibindeyiz:) Bak aklıma bir şey daha geldi, sigara içmeyen kızına kahve yapıp getiren,hadi yak bir tane tellendirelim diyen kaç baba vardır ? Atom karıncamızsın sen bizim hiç durmadın , yorulmadın. Allah seni durdurmasın. Bugün bıkmadan ve sıkılmadan çalışıyorsak senden öğrendiğimiz içindir.Hep ertesi günden umudu olan bir baba'nın kızıyım ben,sabah ola hayırolayı yaşayarak öğrendim.Geçen sene bugün hastanede babamın aslında doktordan korkmadığını ve hastanede bile neşeli olmasından dersimi aldım. Babam, hastanede oluşun bana çok şey öğretti , birbirimize vakit ayırabildik . Ben o günden sonra hiçbirşey'i ertelemedim. Herkese içimden geleni söyler oldum. Sen hasta olmasaydın ve biz o kadar çok konuşmasaydık , ikimizin de bateri çalmak istediğini bilemeyecektik. Mevcudiyetimin neşeli sebebi canım babam yeniden doğuşun kutlu olsun.

Arasıra oğlun sanmaktan hoşlandığın kendi kızın

3 Mart 2013 Pazar

Her Kalp Kendi Şarkısını Söyler

Kitabı alırken kendisini neyin çektiğini şimdi anlamıştı. Fena halde ağlıyor, göz yaşlarına hakim olamıyordu. Ağladığı iki şey vardı; artık anne olduğu için kitapta "uğursuz" diye terk edilen çocuk ve terk edildikten sonra gözlerini kaybetmesi...

Her kitapta insan nasıl da kendinden parçalar buluyordu. Okudukça daha çok karşılaşıyordu bu parçalarla. Bu kez karşılaştığı ise çok eski ama tanıdık bir histi. Kör olmak...

Evet, kendisi de hayatının bir evresinde kör olmuştu. Önce tek gözünün görüsü azalmış, yavaş yavaş buğulanmış bir camdan bakarmış gibi hissetmişti. En kötüsü de baş ağrısıydı. Neredeyse yattığı yerden başını kaldıramıyor, gözlerinde yuvalarında bile oynatamıyordu. Unutarak kafasını hareket ettirse zonklamaya başlıyordu ve bu dayanılmazdı. En sonunda bardağa koyacağı çayı kenarına döktüğünde annesi ne olduğunu sormuş ve kendisi de çok iyi göremediğini ancak o zaman söyleyebilmişti.

Ertesi gün soluğu doktor kapısında almışlardı. Fakat doktor, büyük şehirde başka bir doktora gitmelerini, kendisinin yardım edemeyeceğini söylemişti. Durumun ciddi olduğunu da söylemişti. Çünkü gözlerinin merceğinde iltihap katılaşarak görmeyi engellemişti.

Büyük şehirdeki doktor sol göz için yapılabilecek hiçbir şey kalmadığını söylemişti. Sadece aydınlığı seçebilir, en fazla ise silüetleri görebilirdi. Yapılacak tedavi ise uzun, acı dolu ve yorucuydu. Hemen hemen her gün gözlerine iğne batarmışcasına acılı, ağrılı, bir o kadar da yürek yakan bir işti. Annesini ve kendisini bekleme odasında ağlarken hatırlıyordu. Gözüne ise ilk iğnenin girişini hiç unutmadı. Bir balona patlatmadan iğne sokmak gibiydi. İğnelerden sonra ise gözlerine kan indiğinden hayatına ilk karanlıkta inmişti.

Çok sert bir kıştı ve tedavi süresince üşütüp hastalanmaması gerekiyordu. Annesi evin en sıcak odasına taşımıştı yatağını. Herkes merakla sağ gözün açılmasını bekliyor, anneanne sürekli dua okuyor, erkek kardeşi ise onu güldürmek için türlü şaklabanlıklar yapıyordu. Bir tek geceyi hiç unutamadı; kör olduğunu gerçekten hissettiği o geceyi... Gerçekten artık bir kör müydü? Kimse ona sormamıştı karanlıktan korkar mıydı, unutur muydu çiçeklerin rengini, kararır mıydı renkler de hayalinde gözlerinin ışığının karardığı gibi? Sorulacak o kadar çok soru vardı ki; ama hiç soru sormadı, karanlığı kabul etti. Acaba aynı anda sağır da mı olmuştu? Hiç ses yoktu, yalnızca karanlığın sesi ve kendisi... Annesinin gelip ışıkları açmasını istedi, karanlık sıkıcıydı. Peki ama kitap nasıl okuyacaktı, acaba annesi onu güzel giydirir miydi, arkadaşları nasıl baktığını dürüstçe söylerler miydi? Of, ne çok soru vardı! Sormaktan vazgeçti. Bu karanlıkta yalnızlığa daha fazla dayanamayacaktı. Her çocuğun yaptığı gibi annesine gidip "Anne, ben körüm artık. Tut ellerimi, bir şey yap, karanlıkta bırakma beni!" diyecekti.

Üzerinden yıllar geçmiş, bu hatıra bu kitapla gelip karşısına dikilmişti. En çok kitapta ki çocuğun annesinin onu terk edince kör olması koymuştu ona. Ona sarılmak, "Hayır, yalnız değilsin. Bak, ben de geçtim o yollardan." demek istemişti. Bir annenin canının bir parçası olan çocuğunu bırakıp gitmesini okumak canını acıtmıştı. Bir çocuğun hayatında ışığın ve anne'nin yerini çok iyi biliyordu. Anne'yi kaybeden çocuk kör olmuş, ışığı sönmüştü. Işığını kaybeden çocuk ise teselliyi şefkatli anne kollarında arardı; o da öyle yapmıştı. Sonra romanda ki çocuğa da kendisine de Tanrı'nın merhamet ve sevgi dolu eli değdi. Her yer ışık oldu.

Nihayet kitap bitti; romanda ki çocuk da kendisi de görüyordu. Bu kitap vasıtasıyla geçmiş dersini hatırladı. Bakmak ile görmek arasında ki farkı düşündü. Gördüğünü sananlar bu büyük mucizenin farkında mıydılar? Görmek o kadar kolay mıydı? Yoksa sadece bakıyorlar mıydı? Kitabın da söylediği gibi Her Kalp Kendi Şarkısını Söylüyordu ama şarkıyı biz seçemiyorduk. Yeşil gözleri ağlamaktan şişmişti. Tanrı'ya ve mucizesine şükretti o da romanda ki çocuk da görenlerdendi.


Roman Adı: Her Kalp Kendi Şarkısını Söyler, ve yalnızca diğer yarımız o sesi duyar.
Yazar: Jan-Philipp Sendker